Ana içeriğe atla

"TÜRKİYE'DE ÇERKES KİMLİĞİNİN DÖNÜŞÜMÜ"


KİTAP: TÜRKİYE'DE ÇERKESLER, DİASPORA DA GELENEĞİN YENİDEN İCADI

Yazar: Ayhan Kaya
Basım Tarihi: Ocak - 2011
Boyut: 16x23 cm
Sayfa Sayısı: 208 Sayfa
Kategoriler: Sosyoloji

Alıntılanan Kısım
Sayfa 99 ile 109 arasında "TÜRKİYE'DE ÇERKES KİMLİĞİNİN DÖNÜŞÜMÜ" Başlığından bir bölüm


Etnik, kültürel, dinsel, diasporik ve bireysel kimliklerimizin iddia edildiği kadar köklerimizle, geleneklerimizle, özümüzle ilgili olmadığını ve za-man içinde değişen siyasal, toplumsal ve çevresel faktörlerden etkilenmeksi-zin kalamayacağmı söylemek çok iddialı bir say olmayacaktır. Son yıllarda bu say ışığında pek çok bilimsel çalışma yapılmıştır (Barth, 1969, 1994; Hall, 1991; Nagel, 1994). Etnik kimlikler de tarihsel süreç içinde değişmeksizin varlığını sürdüren primordiall edinimler olmaktan uzaktırlar. Bu bölümün amacı, Türkiye'de yaşayan Çerkes diasporası örneğinden yola çıkarak, etnik kimliğin içinde yaşanılan siyasal yapıdan, yasal yapıdan, resmi söylemlerden ve pratiklerden, dış siyasetten ve uluslararası konjonktürden ne şekilde etki-lendiğini anlamaya çalışmaktır. Daha belirgin bir şekilde ifade etmek gerekir-se, Türk dış siyasetinin yapım sürecinde devlet ile Çerkes sivil toplum örgüt-lerinin ne tür bir etkileşim sürecine girdiğini betimlemek suretiyle bu sürecin Çerkes kimliği üzerinde ne tür etkiler yarattığını anlamaktır. 17. yüzyıldan bu yana 'Çerkes' sözcüğü, etnik köken ayrımı gözetmek-sizin Karaçay, Balkar, Dağıstan, Adiğe veya Abaza olsun Kafkasya'da yaşa-yan Müslümanların tamamına verilen adı ifade etmekteydi. Kurtuluş Sava-şı'nın başlangıç yıllarında Çerkes komutanları ve askerlerinin gerek Batı Cep-hesi, gerek Doğu Cephesi ve gerekse Kilikya Cephesi'nde çok önemli bir var-lık gösterdiği ve Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919 tarihinde özellikle Samsun ve Havza dolaylarında yaşayan Çerkesleri örgütlemek ve onların desteğini almak için yolculuğuna bu bölgeden başladığı bilinse de (Avagyan, 2004), Çer-kesler daha sonraki yıllarda Cumhuriyetçi siyasal elit tarafından "hain", "ge-rici" ve "Cumhuriyet karşıtı" olarak nitelendirilmişlerdir. Popüler anlamda Çerkes sözcüğünün kullanımı Kurtuluş Savaşı yıllarına değin olumlu bir içe-rik taşımış olsa da, Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte uluslaşma ve homo-jenleşme süreci içerisinde 'Çerkes' sözcüğünün resmi söylemde kullanılmasın-dan imtina edilmiştir. Kullanıldığı zaman da pek olumlu bir anlam ifade et-mediğini burada hatırlatmak gerekir. Bir örnek vermek gerekirse, Kurtuluş Savaşı yıllarında 1920 yılında Balıkesir ve Çanakkale dolaylarında Kuvva-i Milliye kuvvetlerine karşı ayaklanan ve yine bir Çerkes olan Ethem Bey tara-fından bastırılan Ahmet Anzavur ayaklanmalarına dahil olan Saltanat yanlı-sı Çerkesler, yeni ulus-devletin oluşum sürecinde Çerkeslere daha şüpheyle bakılması gerektiği yönünde bir anlayışın oluşmasına neden olmuştur.2 Kaldı ki, ayaklanmalari bastıran ve çok sayıda Çerkes büyüğünün öldürülmesine neden olan Ethem Bey'in daha sonraki yıllarda Ankara ile ihtilafa düşmesinin ardından "hain" olarak nitelendirilmesi sonucunda bu kez "Çerkes Ethem" şeklinde tanımlandığını ve bu vesileyle aslında Çerkeslerin ve Çerkesliğin bir anlamda Ankara hükümeti ve yeni siyasal elit tarafından "ötekilendiği" bilin-mektedir (Şener, 1984). Söz konusu "ötekilenme" sürecinin aynı şekilde Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından gündeme gelen "Türkleştirme" siyaseti3 karşısında Rauf Orbay ve Ali Fuad Cebesoy gibi Çerkes aydınlarının yeni Türkiye'nin "Türk-lük" değil "İslâm" üst kimliği çevresinde oluşturulması gerektiği düşüncesiy-le Halifelik makamının kaldırılmasına karşı muhalefetleriyle devam ettiğini söylemek mümkündür (Üstel, 1997; Avagyan, 2004). Bazı Çerkes aydınları-nın Halifeliğin kaldırılmasına yönelik getirdikleri eleştiriler nedeniyle, Çer-keslerin daha sonraki dönemde "gerici" ve "Cumhuriyet karşıtı" damgasını yediklerini anımsatmak gerekir. Gerek Çerkes sözcüğüne yukarıda dile getirilen olaylardan ötürü Cumhuriyet'in ilk yıllarında olumsuz bir anlam yüklenmesi ve gerekse dine dayalı Osmanlı "millet" sisteminin yeniden üretildiği bir proje olan yeni ulus-devlet projesinde Kürt, Çerkes, Laz ve Türk şeklinde etnik içerikli tanımlama-ların kullanılmadığı dikkate alınırsa, Çerkes sözcüğünün Cumhuriyet'in ilk yıllarında bugünkünden farklı bir anlam ifade ettiğini söylemek mümkündür. Etnik farklılıkların ötesinde bir proje olan Cumhuriyetçi ulus-devlet inşa süre-ci, 'Çerkes' sözcüğü yerine Türkiye'de yaşayan Kafkas halklarını tanımlamak için "Kafkas" veya "Kuzey Kafkas" gibi adların kullanunım kamusal alanda zorunlu kılmıştır. Bu nedenledir ki, uzun yıllar Türkiye'de yaşayan Kuzey Kaf-kasya halkları, farklı etnik kökenlerden geliyor olmalarına rağmen, dernek kurma çalışmaları sürecinde birlikte hareket etmişler ve dernek adlarında `Kafkas' sözcüğünü kullanmak durumunda kalmışlardır (Toumarkine, 2001; Taymaz, 2001). Kırım Türkleri, Dağıstan Türkleri, Karaçay Türkleri, Balkar Türkleri, Çerkesler, Abazalar, Çeçenler ve benzeri gruplar özellikle 1960'lı yıl-ların demokratik ortamında örgütlenirken 'Kafkas' üst kimliği altında hareket etmişlerdir. Çerkes üst kimliği içindeki ayrışmaların ve sınırların 1980% yıllar-da ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Aşağıda daha ayrıntılarıyla anlatı-lacağı üzere, 80'li yılların egemen Türk milliyetçiliği karşısında bazı Adiğe ve Çeçen grupların Çerkes kimliğini ön plana çıkardıklarını ve yine buna paralel olarak Karaçay, Balkar, Nogay, Kwnuk ve benzeri Türk kökenli diasporik grupların forma! Türk milliyetçiliğine angaje bir şekilde Çerkes üst kimliğin-den kendilerini sıyırma eğilimine girdikleri iddia edilebilir. 1990'lı yıllarda ise, yaşanan Abaza-Gürcü ve Çeçen-Rus savaşları, yine Çerkes kimliğinin niteliği-ne ilişkin önemli farklılıkları beraberinde getirmiştir. Bu süreçte etkili olan te-mel unsur, sadece savaşın kendisi değil, aynı zamanda savaşa ilişkin Türkiye Cumhuriyeti'nin takındığı tavır, ürettiği dış siyaset ve bu siyasete Çerkes dias-porasının nasıl yaklaştığı şeklindeki unsurlardır.
ÇERKES DİASPORASI VE SIYASAL KATILIM STRATEJILERI: KURUMSAL YÖNLENDİRME Zorunlu göçün başlangıcından bu yana Çerkesler anavatanlarından uzakta kendileri için yeni diasporik vatanlar yaratma arayışında olmuşlardır. Terk edilen coğrafyaya benzer coğrafyaların bulunması, akordeonla çalınan folk-lorik müziğin, tahtalara vurularak elde edilen ritim üzerine yapılan dansların, gençler arasında yapılan Zehes isimli sohbetli gecelerin, sürgün (göç) sırasın-da yakılan `Yistambulako' adlı ağıtın günümüzde sürekli yinelenmesinin, ka-dın erkek arasındaki katılımcı toplumsal ilişkilerin, yine kadın ve erkek ara-sında `kaç-göç' ilişkisinin olmamasının, Kafkasya'da varolan `Thamate' (Yaşlıların saygmlığı ve halk meclisini yöneten kimse) geleneğinin, hijyene verilen önemin, Batılı anlamdaki kamusal ve özel alan ayrımmın, bireyler arası saygı kurumunun, toplumsal ayıp (haynape) kurumunun ve belki de en önemlisi misafirperverlik geleneğinin devamı anavatandan uzakta yeni vatanlarm olu-şumunu büyük ölçüde sembolik düzeyde de olsa mümkün kılmıştır. Türkiye toplumsal yaşantısına daha çok saraya verilen 'alımlı' Çerkes kadınlarıyla, Milli Mücadele yıllarında Biga'da gerçekleşen Anzavur Ayak-lanması ve yine bu ayaklanmayı bastırmak amacıyla gönderilen Kuvva-i Mil-liye temsilcilerinden Ethem Bey ile geçen, son yıllarda yaşanan Abhazya ve Çeçenistan olaylarıyla gündemi zaman zaman işgal eden Çerkes diasporası-nın özellikle son yıllarda kentsel alanda farklı bir kimliklenme sürecine girdi-ği gözlemlenmektedir. Geleneklerin yeniden inşa edildiği, geri dönüş yapanla-rın sayıca arttığı, etnik örgütlenmenin ivme kazandığı, dil kurslarının düzen-lendiği, anavatana yapılan turistik ziyaretlerin sayıca arttığı, Kafkasya ile ya-pılan ticaret hacminin yükseldiği günümüzde diasporik kimlikler daha farklı bir düzlemde oluşturulmaktadır. Oluşturulan bu diasporik kimliklerin tasarı-mını etkileyen farklı nedenler bulunmaktadır. Sovyetler Birliği'nin çözülme-siyle birlikte Kuzey Kafkasya ile Türkiye arasındaki siyasi, iktisadi ve kültü-rel ilişkilerin yoğunlaşması; son yıllarda Abhazya ve Çeçenistan'da yaşanan siyasal ve toplumsal gerilimler; dünyanın pek çok yerinde son yıllarda yaşa-nan etnik ve kültürel farklılıkların ön plana çıkarılması gibi etnik siyaset giri-şimleri ve yükselen kültürelizm söylemi; Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) giriş sürecinin fiili olarak başladığı son yıllarda AB'nin Kopenhag Kriterleri çerçevesinde 'etnik azınlıklara"kültürel çeşitlilik temelinde' imtiyazlı haklar tanınması gerektiği yönündeki telkinleri ve demokratikleşme sürecinin bizle-ri çok-sesli bir Türkiye'nin oluşumuna yöneltmesi gibi önemli etmenler, Çer-kes toplumu içerisinde etno-kültürel örgütlenmenin ivme kazanmasına ve anavatan ile temasın artmasına neden olmuştur. Özellikle Soğuk Savaş döneminde egemen olan ideolojik konfrontas-yon sürecinde Türkiye'de yaşayan Çerkes diasporası ile Kuzey Kafkasya ara-sındaki ilişkiler son derece sınırlı olmuş; Türkiye'de yaygın olan Sovyet karşı-tı propaganda nedeniyle Çerkes diasporası güçlü bir Sovyetler Birliği aleyhtar-lığı ile beslenmiştir. Anavatan ile iletişim ve ulaşım kanallarmın sınırlı olduğu bu dönemde Çerkes diasporası, sadece Kafkasya'dan Çerkes dilinde yayın ya-pan Sovyet radyolarından anavatanlarma dair haberleri alabilmişlerdir. Sov-yetler Birliği'nin 1990'11 yılların başlangıcında yaşadığı çözülme ile birlikte Kuzey Kafkasya'nın dış dünya ile ulaşım ve iletişim kanalları açısından bağlantılarmın zenginleştiğini görüyoruz. Bugün Trabzon ve Samsun limanları ile Soçi ve Sohum limanları arasında sürekli feribot seferleri ile birlikte Istanbul'dan Maykop ve Krasnodar havaalanları arasında düzenli uçak seferleri düzenlen-mektedir. Anavatan ile diaspora arasında artan bu bağlar sadece ulaşım ve ile-tişim düzeyinde kalmamakta, yukarıda da dile getirildiği gibi, kültür, eğitim ve ticaret alanlarında da görülmektedir. Günümüzde, Türkiye'de yaşayan Çerkes diasporası için zaman ve mekân kurguları Soğuk Savaş döneminde olduğun-dan farklı bir şekilde tezahür etmektedir. Kuzey Kafkasya artık yakın zamana değin olduğu gibi ideolojik angajmanlar gereği Türkiye'deki Çerkes diaspora-sı tarafından ötekileştirilen ve sadece geride bırakılan o hayali vatan şeklinde algılanan ülke değil, aksine zaman zaman ziyaret edilen, geride bırakılan yakın akrabalarm aranıp bulunduğu, iktisadi ve kültürel bağların kurulduğu gerçek bir coğrafya olarak algılanmaktadır. Ulusaşarı alan konusunda son bölümde daha ayrıntılı bir değerlendirme yapılacaktır. Genel hatlarıyla betimlediğim bu yapısal ve konjonktürel arka plan üzerine şimdi, Çerkeslerin özellikle 1970'li yılların başlangıcından bu yana Türkiye'deki kurumsal mekanizmaların el verdiği ölçüde geliştirdikleri farklı siyasal katılım stratejilerine kısaca değinmek istiyorum. Bu değerlendirmeyi yaparken İngiliz araştırmacı Patrick R. Ireland'ın geliştirdiği 'kurumsal yön-lendirme teorisini' kullanacağım. Ireland, göçmen topluluklarmın göç süre-cinde oluşturdukları siyasal katılım stratejilerini değerlendirirken, göç alan ülkenin yasal ve siyasal yapısına özel bir önem verir. Ireland, bazı göçmen topluluklarının, içinde yaşadıkları ülkelerin kendilerine yönelik sistematik bir şekilde uyguladıkları kurumsal kayıtsızlık ve dışlama nedeniyle, siyasal katı-lım yönünde pek istekli olmadıklarını belirtir (Ireland, 1994). Ireland, göç-menlerin siyasal katılım stratejilerini anlayabilmek için, bugüne değin sıkça başvurulan ve sınıf ile etnisite kavramlarmı hareket noktası olarak alan teo-rik yaklaşımların ötesine gidilmesi gerektiğini düşünür. Bu nedenle, kendisi `kurumsal yönlendirme teorisi' (institutional channeling theory) denilen bir yaklaşımı alternatif olarak önerir. Bu yaklaşıma göre, siyasal katılım strateji-leri geliştiren etnik azınlıklar, içinde bulundukları yapının niteliği nedeniyle etnisiteyi birincil araç olarak kullanma eğilimi gösterirler. Bu eğilimin ardın-da yatan neden, öncelikli olarak 'evsahibi' toplumun azınlıklara ilişkin uygu-ladığı yasal ve siyasal düzenlemelerdir. Sözgelimi, eğer egemen anlayış merke-zi siyasal iktidar tarafından uygulanan çokkültürlülük ideolojisi ise, etnik gruplar büyük ihtimalle etnisite ve kültür söylemlerini yücelterek örgütlenme yoluna gidecekler ve iktidarın kendilerine çokkültürlülük projesi çerçevesinde ayırdığı kaynaklardan yararlanabilmek için de iktidarla klientalist bir iliş-kiye gireceklerdir. Bu teorik çerçeveden bakıldığında, Türkiye'de yaşayan Çerkes toplumunun, bugüne değin öncelikli olarak neden etnisite çizgisinde örgütlendiğini anlamak mümkün olabilir. Etnik azınlıkları siyasal katılımdan uzak tutan ve onları dışlayan bir yasal düzlemde, Çerkeslerin kendi içlerine dönük etnik örgütlenmelere yönelmeleri, bu teori dikkate alındığında, kaçı-nılmaz olarak görülür. Bu yaklaşımdan hareket edilecek olursa diasporada yaşayan Çerkesle-rin farklı ülkelerde farklı siyasal katılım stratejileri geliştirme eğilimi göster-dikleri saptaması yapılabilir. Sözgelimi, antropolog Seteney Shami'nin çalış-malarından da algılanacağı üzere Ürdün kabileler ölçeğinde örgütlenen bir si-yasal yapıya sahip olduğundan, bu ülkede yaşayan Çerkesler kabile şeklinde örgütlenme gereğini görmüşlerdir. Bu amaçla 1980 yılında kurulan Çerkes-Çeçen Kabile Konseyi diğer kabile konseyleri gibi siyasal iktidar tarafından tanınmış ve ülkedeki kaynakların paylaşım sürecinde kendi üyelerini temsil etme hakkına sahip olmuştur (Shami, 1998). Türkiye'de ise ulus-devlet projesinin uygulamaya konduğu ilk yıllar-dan itibaren yaygınlaştırılan formal çoğunluk milliyetçiliği söylemine paralel olarak Çerkesler de varlıklarını sürdürebilmek için var olan ulusal homojen-leştirme projesine angaje olmayı tercih etmişler ve bu nedenle etnik kimlikle-rini kamusal alanda dışa vurma maya özen göstermişlerdir. Daha sonra 1970'li yılların ideolojik kutuplaşma sürecinde siyasal yapının değişimiyle birlikte Çerkeslerin de `devrimci' ve 'clönüşçü' kutuplaşması içinde örgütten-diklerini gözlüyoruz. Her iki grup da çoğunlukla sol eğilimli insanlardan oluşmakla beraber, 'clevrimciler' Çerkes toplumunun haklarının Türkiye'de gerçekleştirilecek bir sosyalist devrim sonucunda oluşacak federatif bir yapı içinde tanınacağı yönünde bir söylem kullanmışlar; 'clönüşçüler' ise öncelikli sorumluluklarının Kafkasya'ya yani anavatana yönelik olduğunu söylemiş-ler, bu nedenle geri dönüş tezini savunmuşlardır. `Dönüşçüler' kendilerini so-la ait olarak tanımlasalar da Çerkes milliyetçiliği çizgisinde olduklarını söyle-mek pekâlâ mümkündür ve bir grup Çerkes 1989 sonrasında anavatana dö-nüşü gerçekleştirebilmiştir. 1980'de yaşanan askeri darbe, Çerkes diasporasında örgütlenme konu-sunda bir sessizliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Metafizik ve teolojik bir ni-teliğe sahip olan ve Türk-ıslâm sentezini söylemleştiren 1982 Anayasası'nm damgasını vurduğu 1980'li yıllarda Çerkesler yine iki farklı kolda örgütlenme-lerini devam ettirdiler. Bunlardan bir tanesi egemen ideolojiyle örtüşen bir çizgide 'Çerkes-Türkü' kimliğini benimseyen ve Türk-islâm sentezine yakın olan.- lardır. Diğer yandan, Türk milliyetçisi bu anlayışa karşıt olarak Çerkeslikleri-ni ön plana çıkaran gruplar da bu dönemde varlık göstermişlerdir. Ancak her iki oluşum da daha çok popüler düzeyde sergilenmiş, dernek ve vakıf düzeyin-deki örgütlenme 1990'lı yıllarda yoğun olarak yaşanmıştır. Öte yandan, etnik siyasetin yaygınlaştığı 1990'lı yılların Türkiye'sinde ise Çerkes diasporasımn, azınlık söylemine dayah bir siyasal katılım stratejisi geliştirme eğilimi içine girdiği söylenebilir. Dönemin küreselleşen etnik belirlediği Çerkes diasporası içindeki azınlık söyleminin yine 2000% yıl-ların başlangıcında hızlı bir değişim sürecine girdiği düşünülebilir (Kaya, 2004). Özellikle son yıllarda Avrupa Birliği düzleminde yer alan etnik grupla-rın tabi oldukları ulus-devletlerin yer yer baskıcı hegemonyalarından kendile-rini kurtarabilmek için Avrupa Birliği'nin kendilerine sunduğu ulus-ötesi me-kanizmaları kullanma eğiliminde olduklarını görüyoruz. Bask, Korsika ve Ka-talan gibi otokton halkların yanı sıra Türkiye'deki Çerkes diasporası da bu eğilimi sergilemektedir. Özellikle son dönemde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliği yönündeki çalışmalara paralel olarak çıkarılan Katılım Ortaklığı Bildirgesi'nde Avrupa Birliği Komisyonu'nun 'azınlık' kavramını kullanmak-tan özenle kaçınması, hem Batfnm kendi yapısal sorunları hem de Türkiye'nin içinde bulunduğu yapısal ve konjonktürel nedenlerden dolayı oldukça anlam-lıdır. Çok yakın zamana değin Avrupa ülkeleri, kendileri ve dış dünya için `azınlık' söylemini kullanmakta çekince görmemekle birlikte son dönemde Av-rupa Birliği içindeki uyumun bozulabileceği ihtimalini göz önünde bulundura-rak 'azınlık' kavramı yerine daha uyumlu bir kavram olduğunu düşündükleri `kültürel çoğulculuk' kavrammı kullanmaya başlamışlardır. Bu nedenle ulus-ötesi düzlemde hakların arayışına giren kültürel gruplar da bu söylemsel fark-lılaşmaya uyum sağlayarak azınlık söyleminden kısmen uzaklaşmaya başla - mışlardır. Türkiye'deki Çerkes dernek ve vakıflarında da benzer bir eğilimden söz edilebilir. Birazdan daha ayrıntılı bir şekilde aktarılacak olan Demokratik Çerkes Platformu ve Kaf-Der gibi oluşumlar bu eğilimi sergilemektedirler. Avrupa Birliği'ne entegrasyon sürecinde gerek içsel ve gerek dışsal fak-törlerle Türkiye'de derinleşerek süregiden demokratikleşme sürecinin etnik, kültürel ve dinsel azınlıklar ile devlet arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlan-ması sürecinde çok belirleyici olduğunu belirtmek gerekiyor. Neredeyse Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana her türlü azınlık talebini, kendi ulusal güvenliğine tehdit olarak algılayan devlet kurum ve kuruluşlarının, uyum paketlerinde de dile getirildiği gibi bu talepleri bundan böyle eşitlik ve adaletin sağlanması yönünde dile getirilen talepler olarak değerlendirme eği-limine girdiği söylenebilir.4 Bu eğilimin ortaya çıkmasıyla birlikte yürürlülü-ğe giren anadilde yayın ve eğitim ile birlikte azınlık vakıflarmın hukuksal ni-teliğine ilişkin düzenlemeler, Türkiye'nin demokratikleşme alanında katettiği mesafeyi ifade etmesi açısından çok anlamlıdır.

ÇERKES SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE ÇERKES KİMLİĞİ .

Azudılc ve/veya diasporik gruplar tarafından kurulan etnik ve kültürel nitelikli dernek, vakıf ve benzeri sivil toplum örgütlerinin her ne kadar Dernekler Yasası'nca tanımlandığı kadarıyla siyasete katılmaları mümkün olmasa da, bu tür oluşumlar' bulundukları ülkenin iç ve dış siyasetine etkide bulunan, siyaset üreten ve temsil ettikleri kitlelerin siyasi kararlarını önemli ölçüde etkileyen ku-rumlar olarak değerlendirmek gerekir. Yukarıda Alistair Machıtyre'a (1971) referansla kültürel, etnik ve dinsel kimlikler üzerinden geliştirilen söylemlerin de bir tür alternatif siyaset arayışı olarak değerlendirildiği düşünülürse, Çerkes-ler ve diğer emo-kültürel gruplar tarafından üretilen kimlik bazh örgütlenmele-rin de Türkiye bağlamında siyasal örgüdenmeler olduğu saptamasmda bulun-mak çok iddialı olmayacaktır. Bu nedenle, ilk bakışta kültürel bir etkinlik ser-giledikleri düşünülen etnik bazlı dernek ve vakıflarm aslında birer sivil toplum örgütü oldukları ve bir tür siyaset gerçekleştirdikleri ileri sürülebilir. Kentsel alanda Çerkes kimliğinin yeniden üretilmesi sürecinde Kafkas yardımlaşma derneklerinin ve bu dernekler içerisinde yer alan seçkinlerin ol-dukça önemli bir rolü vardır. ilk kez 1946 yılında kurulan ve Azerileri de için-de barındıran Dost Eli Yardımlaşma Derneği ile serüvenine başlayan Çerkes dernekleri Soğuk Savaş döneminde Anti-Sovyet bir nitelik kazanmışlar ve fark-klaşmaya doğru yönelmişlerdir. 1950% yıllar itibarıyla Türk unsurundan ken-dini ayırma eğilimi içine giren bu derneklerden Kuzey Kafkasya Kültür Derne-ği (Ankara, 1964) sahip olduğu kültürelist söylemle diasporadaki Çerkes kül-türünün korunması (reification) konusunda folklorik çalışmalar yapmıştır. Öte yandan 1993 yılında Ankara'da kurulan ve bugün Türkiye'nin değişik illerinde 40 kadar şubesi bulunan Kafkas Derneği (Kaf-Der) en önemli ve en yaygın dernek ağmı teşkil etmektedir. iki ayda bir yaymladığı Nart adlı düşün ve sanat dergisi ve toplumsal, kültürel, tarihsel, siyasal ve ik-tisadi yanlarıyla Çerkes diasporasını ve anavatanını ele alan bilimsel yayın-larıyla Çerkes kimliğinin Türkiye'de yaygınlaşması sürecinde Kaf-Der etkili bir rol oynamıştır. Sadece kültürelist bir söyleme sahip olmayan bu dernek aynı zamanda Çerkes diasporasının kentsel yaşama uyum, modernleşme ve siyasal temsil konularında çalışmalar da yapmaktadır. Avrupa Birliği Hel-sinki Zirvesi'nden sonra özellikle AB Ankara Temsilciliği nezdinde girişim-lerde bulunan Kaf-Der Türkiye'de çokkültürlülük anlayışının geliştirilmesi, anadilde eğitim ve yayın gibi konularda aktif bir rol oynamıştır. Kaf-Der ay-rıca anavatanda kurulan ve merkezi Maykop'ta bulunan DAR (Dom Adap-tatia Repatriant) adlı dernekle bağlantı içinde çalışarak geri dönüş yapanla-rın anavatana yeniden uyum sağlamaları sürecinde etkili rol oynamaktadır. Kaf-Der ayrıca, Maykop ve Nalçik kentlerinde bulunan üniversitelerde eği-tim görmek üzere Türkiye'den öğrenci gönderilmesi konusunda da çalışma-larda bulunmaktadır. Kaf-De?in etkili olduğu diğer bir alan ise son yıllarda Kuzey Kafkasya ile Türkiye arasında/ötesinde ortaya çıkan ve kültürel, siya-sal, toplumsal ve iktisadi niteliklere sahip ulusaşırı (transnational) alandır.' Bu çerçevede dernek, sadece anavatan ile diaspora arasında eğitim gibi top-lumsal ve kültürel etkinliklerde bulunmayıp, aynı zamanda iki coğrafya ara-sında gittikçe zenginleşen ticari ağların da örülmesinde etkili bir rol oyna-maktadır. Kaf-Der ayrıca, diasporada ve anavatanda bulunan Çerkesleri uluslararası bir platformda biraraya getiren Dünya Çerkes Birliği'nin (DÇB) aktif üyesidir.' Çerkes kimliğini ön plana çıkaran ve liberal-milliyetçi bir söyleme sa-hip Kaf-Der'den farklı olarak 1995 yılında Istanbul'da kurulan Kafkas Vak-fı ve Birleşik Kafkasya Derneği adlı kuruluşlar islâmi eğilimi temsil etmekte ve Kuzey Kafkasya'da bir islâmi konfederasyonun oluşumu için çaba harca-maktadırlar. Bu iki dernek özellikle son yıllarda ortaya çıkan Çeçen mücade-lesine angaje olmuşlardır. Kafkas Vakfı'nın Bursa, Çorum, Kayseri ve Kahramanmaraş'ta şubeleri vardır. Merkezi Fatih'te bulunan Birleşik Kaf-kasya Derneği ise konfederalist bir eğilimi temsil eder. Derneğin ayrıca Bursa ve Samsun'da iki şubesi mevcuttur. Birbirinden farklı eğilimler içinde olan bu derneklerin dışında Türkiye'de seksen kadar irili ufaklı pek çok sayıda Çer-kes derneğinin olduğunu söylemek mümkün! Öte yandan, 14 Ağustos 1992 tarihinde başlayan Abhazya-Gürcistan savaşının hemen ardından, Türkiye'de bulunan bütün Çerkes derneklerinin temsilcileri bir araya gelerek, Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesini kur-dular.8 Merkezi İstanbul'da bulunan Komite'nin Ankara'da bir şubesi mev-cuttur. Söz konusu komite, Türkiye'nin savaşa ilişkin yaklaşımının oluşumu sürecinde etkili olmuştur. Yukarıda sıralanan dernek ve vakıflann dışında ka-lan ve kendini doğrudan bir sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayan Demok-ratik Çerkes Platformu (DÇP, İstanbul), Türkiye'ye resmi aday üye olma hak-kını tanıyan 1999 AB Helsinki Zirvesi'nin ardından bir grup Çerkes aydını-nın bir araya gelerek gerçekleştirdikleri bir gevşek örgütlenme modeline sa-hiptir. Seküler bir söyleme sahip olan DÇP, Türkiye'nin demokratikleşme sü-recinde kendince aktif rol oynayan, azınlıkların kendi ana dillerinde eğitim ve yayın yapma haklarının Türkiye'de yaşayan tüm farklı nitelikteki etnik azın-lıklara verilmesi gerektiğini savunan bir kuruluştur. DÇP ayrıca, diasporada kültürel olanın yeniden üretilmesi sürecinde varlık göstermeyeceğini vurgu-larken doğrudan adalet, eşitlik ve benzeri siyasal konulara ilişkin araştırma, konferans ve resmi görüşme gerçekleştirme misyonunu üstlenmiştir.9 Geliştirdikleri ulusaşırı siyasal, sosyal, kültürel ve ticari bağlarla Kuzey Kafkasya (Rusya Federasyonu), Ürdün, İsrail ve Suriye ile Türkiye arasında belli ölçülerde bir tür köprü oluşturan Çerkes diasporası, ülke içinde gerçek-leştirdiği sivil toplum kuruluşları şeklindeki örgütlenmelerle de ülke iç ve dış siyasetini kendi ölçüsünde şekillendirmektedir.» Özellikle kentsel alanda sa-yıları son yıllarda hızla artan bu tür örgütlenmeler, Çerkes diasporası içinde önemli toplumsal, siyasal ve kültürel değişimlere de kaynaklık etmişlerdir. Bu tür örgütler, dergi ve kitap benzeri yayınlarıyla, kapsamlı web sayfalarıyla, düzenledikleri kültürel faaliyetler, konferanslar, sergiler, geziler ve şenlikler ile bir taraftan Diane Crane'in (1972) görünmez kolejler (invisible colleges) olarak adlandırdığı enformal eğitim kurumları gibi işlev görmekteyken, diğer taraftan Appadurai'nin (1997) Max Weber'e göndermeyle ortak hissiyatlar cemaati (community of sentiments) olarak tanımladığı cemaatlerin ortaya çıkmasına da olanak tanır. Kaldı ki, video filmleri, televizyon, dergi, internet gibi kitle iletişim araçlarının son yıllarda diasporik Çerkes kimliğinin Türkiye'de yaygınlık kazanması sürecinde önemli bir etkisi olduğu bilinmek-tedir (Kaya, 2004, 2005). Ancak, diasporik kültürel ve etnik kimliklerin sınır-larının ve niteliklerinin belirlenmesi sürecinde sadece kitle iletişim araçları ve etnik örgütler etkili değillerdir. Bu süreçte etkili olan bir diğer unsur ise dias-pora gruplarının bulunduğu ülkenin söz konusu grupların anavatanlarma ilişkin siyasetin değişen niteliğidir.
1 Primordialı Başlangıçta mevcut olan, ilk; esasi (Redhouse Ingilizce-Türkçe Sözlüğii, 1997).
2 Milli mücadele döneminde Rauf Orbay, Ali Fuad Cebesoy, Bekir Sami Bey, Ethem Bey, Kılıç Ali ve daha pek çok Çerkes, Kemalist hükümet ile birlikte hareket ederken Istanbul hükümeti de, ay-nı şekilde Çerkesleri Kemalistlere karşı kullanma kararı aldı. Padişah hükümeti bu amaçla Kutıva-i Muhammediye adı altında bir Halifelik Ordusu kurarak başına bir Çerkes ve aynı zamanda Da-mat Ferid'in yakın arkadaşı olan Ahmet Anzavur'u getirmiştir. Ahmet Anzavur, dönemin padişa-hı tarafından paşalıkla onurlandırılmiş ve halife adına ayaklanmalara liderlik etmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. lğdemir (1989) ve Tunçay ve diğerleri (1989; s. 27-84).
3 Türkleştirme siyaseti konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. estel (1997), Aktar (2000), Yıldız (2001).
4 Kymlicka ve Opalski (2002), azınlık taleplerine ilişkin genel bir değerlendirme yaparken, Batı Av-rupa demokrasileri ile Doğu Avrupa demokrasileri arasındaki önemli bir farka değinir. Kymlicka'ya göre, bu tür talepler Doğu demokrasilerinde ulusal güvenliği tehdit eden unsurlar olarak değerlendirilirken, Batı demokrasilerinde benzeri talepler, hak ve adalet talepleri olarak de-ğerlendirilebilmektedir. Bu çerçevede baluldığında Türkiye'nin Bas tarzı demokrasilere doğru bir geçiş süreci içinde olduğu iddia edilebilir.
5 Ulusaşırı alan konusunda daha ayrıntılı tartışmalar için bkz. Kaya ve özdoğan (2003); Faist (2003).
6 Dünya Çerkes Birliği (DÇB), 1991 yılında Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nin başkenti Nalçik'te kuruldu. DÇB, 1998 yılından bu yana yılda iki kez Rusça, ingilizce ve Türkçe dillerinde Çerkes Dünyast adlı bir dergi yayınlamaktadır. Kaf-Der hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. www. kafder. org.tr.
7 Kafkas demekleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Toumarkine (2001) ve Taymaz (2001). Diğer derneklerden birkaçını kısaca sıralamak gerekirse, Kafkas Kültür Derneği (Bağlarbaşı), Kuzey Kafkas Kültür Derneği (Gaziosmanpaşa), Abaza Kültür Derneği (Selimiye) ve Şamil Vakfı (Kadı-köy) gibi dernekler örnek olarak verilebilir. Birleşik Kafkasya Derneği halunda ayrıntılı bilgi için bkz. www .bkd.org.tr.
8 Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. www .Abazaya . com
9 Demokratik Çerkes Platformu konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. www . cerkesplatformu. org
10 Sözgelimi, Türkiye ile Abhazya arasında artan ticaret hacmi konusundaki daha ayrıntılı bilgi için bkz. Taymaz (2010).
11 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Tavkul (2002).

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1860'lı ve 1870'li yıllarda Tuna Vilayetindeki Çerkes Mültecilere İlişkin Osmanlı Politikaları

1860'lı ve 1870'li yıllarda Tuna Vilayetindeki Çerkes Mültecilere İlişkin Osmanlı Politikaları Ventsislav Muchinov Çeviri: Apiş Canberk  Çevirenin notu:  Lise düzeyi ingilizce bilgisi ile ve sözlük karıştırılarak çeviri yapılmıştır. Orijinal belgede olan bazı bilgiler istenmeyerekte olsa burada yazılamamıştır. Belgenin orijinaline sayfanın sonundaki adresten erişebilirsiniz.  GİRİŞ Çerkes mülteclerinin Osmanlı İmparatorluğu'na kitlesel göçü 1853-1856 Kırım Savaşı'ndan sonra başladı ve  Rus ordusunun Kafkasya’yı 1860’lı yıllardaki nihai fethi takiben hızlandı. Bu göç tahminleri farklı tahminlere göre birkaç yüzbinden, bir milyondan fazla olarak ifade edilmektedir.  Mülteciler; Balkanlar, Anadolu ve Arap illerindeki Osmanlı topraklarına yerleştirildi. Bununla birlikte bu olgunun önemine rağmen hiçbir zaman Bulgar tarihçesinde vurgulanmadı. Bir çokları yıllar boyunca çeşitli bölgesel çalışmalarla bahsetti.  (Damyanov, 1967; Penkov, 1967; Grancharov, 1982

Bulgaristan’ın İvraca ve Rahova Kazalarında Yaşayan Çerkeslerin Nüfus Yapısı ve İktisadi Etkinlikleri (1860-1870)

Bulgaristan’ın İvraca ve Rahova Kazalarında Yaşayan Çerkeslerin Nüfus Yapısı ve İktisadi Etkinlikleri (1860-1870) Sosyal Bilimler Dergisi / Mart 2016 Margarita Koleva Dobreva* Çerkeslerin 1859-1864 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’na göç ettirilmesinin nedenleri hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bazı bilim adamları, Osmanlı Devleti’nin tutumunun Kafkasya’dan yapılan göçlerde birinci derecede etkili olduğunu belirtmektedir. Kemal Karpat’a göre, Osmanlı Devleti’nin tarım alanlarını işleyecek, ekonomik kalkınmaya katkıda bulunacak gayrimüslim nüfus karşısında dengeyi sağlayacak unsurlara olan ihtiyacı Kırım Savaşı’ndan sonra daha da artmıştır. Bu ihtiyaç çeşitli bölgelerden göç ettirilen muhacirlerin yerleştirilmesi için elverişli bir ortam oluşturmuştur. Bazı araştırmacılar ise Osmanlıların Kafkas Müslümanlarını kesinlikle yurtlarından atmaya karar veren Rusya Hükümeti’nin baskısı karşısında bu insanları sadece insanî niyetlerle kendi ülkesine kabul ettikleri düşünces