Ana içeriğe atla

1860'lı ve 1870'li yıllarda Tuna Vilayetindeki Çerkes Mültecilere İlişkin Osmanlı Politikaları

1860'lı ve 1870'li yıllarda Tuna Vilayetindeki Çerkes Mültecilere İlişkin Osmanlı Politikaları

Ventsislav Muchinov

Çeviri: Apiş Canberk 

Çevirenin notu: 

Lise düzeyi ingilizce bilgisi ile ve sözlük karıştırılarak çeviri yapılmıştır. Orijinal belgede olan bazı bilgiler istenmeyerekte olsa burada yazılamamıştır. Belgenin orijinaline sayfanın sonundaki adresten erişebilirsiniz. 

GİRİŞ


Çerkes mülteclerinin Osmanlı İmparatorluğu'na kitlesel göçü 1853-1856 Kırım Savaşı'ndan sonra başladı ve  Rus ordusunun Kafkasya’yı 1860’lı yıllardaki nihai fethi takiben hızlandı. Bu göç tahminleri farklı tahminlere göre birkaç yüzbinden, bir milyondan fazla olarak ifade edilmektedir.  Mülteciler; Balkanlar, Anadolu ve Arap illerindeki Osmanlı topraklarına yerleştirildi. Bununla birlikte bu olgunun önemine rağmen hiçbir zaman Bulgar tarihçesinde vurgulanmadı. Bir çokları yıllar boyunca çeşitli bölgesel çalışmalarla bahsetti.  (Damyanov, 1967; Penkov, 1967; Grancharov, 1982; Zayakov, 1986; vb.) ve Bulgar tarihindek bazı ülke çalışmalarında (Istorya na Balgaria 1987, 78-80) Bu Çerkes göçü yakın tarihte Bulgar araştırmacıların dikkatini çekmeye başladı (Balkaniski, 2011; Muchnov, 2012; Muchnov, 2013; Dobreva, 2013). 1860-1870’li yıllarda Çerkes göçüyle ilgili Tuna vilayeti  bu makalenin odak noktası bu tam olarak bu büyük dar birim (Bulgarstan toprakları arasında Tuna Nehri ve Stara Planna Dağı, Sofya ile birlikte ve Niš Sanjaks)

Bu çalışmayı yaparken bölgenin ekonomik gerçekleri tanıltıldı. Bu yazı çalışmasında Osmanlı Türkçesini yoğun bir şekilde kullandım. Bulgar, Rus, Batıavrupa ve diğer kaynakları kullandım. Çok değerli bilgi kaynağı olan Dunav kasabasında yayınlanan Tuna (Dunav) gazetesi, Rusçuk (Ruse) resmi gazetesinden yararlandım. Ayrıca yabancı diplomatların verdiği bilgiler, gezgin ve araştırmacılardan faydalandım.

Kafkasya’dan Osmanlı’ya gelen Çerkes mültecilerin Balkanlar’da ilk yerleştiği yerlerden birileriydi Tuna nehrinin çevresindeki vilayetler. Kırım savaşı sonrasında bölgeye göç edenlerin sayısı Rus ordusunun 1859-1864’te Kafkasya’ya girişiyle büyük bir ivme kazandı. Çerkeslerin bölgeye gelişi 1862 ve 1867 yıllarında zirveye ulaştı. 1864’ün yaz ayında 35 bin kişilik Çerkes aileleri yerleşti Tuna Vilayetine. Daha sonra komşu bölgelere taşındılar.. Çoğunlukla Kosova’ya. 1867 İlkbaharında Tuna vilayetindeki Çerkes mültecilerin sayısı yaklaşık olarak 150 bin. Aynı yılın mayıs ayından eylül ayına kadar Abhazya’dan 8.000 kişilik Abhaz mülteciler de geldi. Bu kadar çok sayıda mültecinin gelmesiyle Osmanlı’nın acil tedbirler alması gerekiyordu. İlk başlarda bu tedbirler Osmanlı liderliğinde alınmaya çalışılıyordu. Nusret Paşa Mülteci komisyonuna atandı ve ona Çerkes mültecilerin bu bölgeye yerleşimi görevi verildi. Nusret Paşa gelen mültecilerin yerleşimini organize etmeye çalışırken hala Karadeniz limanlarından Varna, Köstence’den mülteciler geliyordu. Tüm çabalara rağmen bu büyük ölçekte ve yoğun şekilde olan hareket sebebiyle sağlıklı bir şekilde ilerlemedi. Gelen mültecilerin büyük kısmı bir yerlere yerleştirilmeyi bekledikleri yerlerde öldüler. Yerleştirilenlerle özellikle yerel halk arasında tehlikeli gerginlikler oluşuyordu. Özellikle Hristiyanlarla. Ekim 1864’te Tuna valiliğine atanan Mithat paşa, Çerkes mültecilerin yerleşiminden sorumlu olan Nusret Paşa’yı görevinden alarak yerine Ahmet Şakir Efendi’yi getirdi.  1868 yılında 3 vilayet çapında bir program başlattı. Bu program bu konuda çeşitli eylem öngörüleri içeriyordu.  Bunlar; Mültecilerin yerleşmesi ve geçimlerini sağlamaları, mültecilerin sağlık durumunu iyileştirmeye yönelik tedbirler, Osmanlı din ve inançlarına entegrasyon çalışmaları ve eğitimleriydi.

Çerkes mülteciler bölgenin tamamına yerleştirilmişlerdi, Tarnovo sancağının dağlık bölgeleri dışında; Vidin, Nis ve Sofya sancaklarında daha yoğundular.  Sırbistan sınırında olduğu gibi Lom, Nikopol, Svishtov ve Dobruja'da ve  Tuna Nehri'nin sağ kıyısında yer alan yerlerde bulunuyorlardı.  Onların bu bölgelerdeki yoğunlukları  inkar edilemez bir politik ve Stratejik bağlamda gerçekleştirildi.  Çerkeslerin bölgedeki  Osmanlı varlığının güçlenmesine yardımcı olması bekleniyordu.  Çatışmalı bölgelerde  Osmanlı idaresi altında Bulgaristan ile komşu hristiyan devletleri arasında engel olması düşünülmüştü. Dahası Osmanlı makamları sınır bölgelerindeki Çerkes nüfusunu arttırmayı da düşünüyordu.  Bulgarların bir bölümünün Sırbistan ve Rusya’ya  göç etmesinin ardından başlangıçta Çerkesler Osmanlı tarafından inşa edilen köylere yerleştirildi.  Çerkes göçmenlerine geçinme kaynağı sağlamak için Osmanlı hükümeti 1857 tarihli Mülteci kanunu ile tarım arazilerinin Çerkeslere ve diğer mültecilere tahsisine yönelik bazı adımlar atmıştı ancak bununla birlikte Kafkasya’dan gelenlere yetecek arazi yoktu.. Bunun için bir çok bölgede arazilerin yeniden tahsis edilmesi gerekiyordu. Bunun üzerine özel yetkili olarak gönderilen bazı memurların tartışmalı araziler için haritalar hazırlama girişimiyle mülteciler ile Bulgaristan yerlileri arasında ciddi gerginlikler başladı. Gerginliklerin çoğunluğu Dobruja'da gerçekleşti ancak herşeye rağmen bu çalışmalar devam etti ve ertesi yılda devam edecekti. Yerel yöneticilere yardımcı olmak üzere yerel mülk sahipleri ve din adamlarından oluşan bir komite oluşturuldu. Alınan önlemlerin bir sonucu olarak mültecilerin büyük kesimine araziler tahsis edildi ve geçinmelerini sağlamak için ön şartlar oluşturuldu. Ancak bazı büyük ailelere tahsis edilen arazilerin yetersiz kaldığı ve bu sebeple aile mensubu olan erkeklerin Osmanlı ordusuna ve polis gücüne katıldığı da oldu. Ancak diğer bir sorunda; Kuzeybatı Kafkasya’nın dağlık bölgelerinden gelen Çerkes mültecilerin vilayetin düzlüklerinde kalıcı olmak ve tarım çalışmaları yapmak konusundaki isteksizlikleriydi. Bu döneme ait bazı kaynaklarda, aynı şekilde yerleştirilen Tatar göçmenlerinin aksine Çerkeslerin tarımla pek uğraşmadıkları.. Soygunlar yaptıkları, sığır çaldıkları belirtilmektedir.  Yetkililer bu eylemler için önlem bile almak zorunda kaldılar. Bu dönemde Çerkesler ile Osmanlı arasında silahlı çatışma vakaları bile kayıtlıdır. Bu tür çatışmalar da ortaya çıktı.. Yetkililer Çerkeslerin vilayetin diğer komşu ilçelerine yapacağı bu kasıtlı hareketleri durdurmak istiyordu. Yetkilierin bu konudaki çalışmaları bu sorunu her ne kadar kalıcı olarak çözmese de suç oranını düşürmekte başarılı olunduğu ve Çerkeslerin yavaş yavaş tarımsal işlerle uğraşmaya başlamaları konusunda etkili olmuştur.


Tuna idaresi için diğer bir ciddi sorun ise mülteciler arasındaki yüksek ölüm oranlarıdır. Kafkasya’dan Karadeniz yoluyla Osmanlı limanlarına sürülen Çerkeslerin yüksek ölüm oranlarına sahip olduğu belgelenmiştir ve bilinmektedir. Limanlara beklenmedik sayılarda kalabalık mültecinin gelmesi tifüs ve çiçek gibi hastalıkların hızlı bir şekilde yayılmasına neden oldu. Bu tür hastalıkların etkileri, yetersiz beslenme ve yoksulluk durumu ile katlanarak mültecileri kırdı geçti.  Yetkililerin bu durumun önüne geçmek için yaptıkları girişimlere rağmen ölüm oranları Osmanlı içlerine taşındıktan sonra bile azalmadı.  Tuna vilayetindeki durum Şumnu ilçesi ve Gerlovo şehrinden 30 köye yerleşen Çerkes mültecilerin kayıtlarında gösterilmektedir. 20 Nisan 1865 tarihli kayıtlar, 1864 baharında, buraya yerleşen Çerkeslerin bir yıl içerisinde %28’inin yok olduğunu göstermektedir.Bu durum vilayet makamlarını, bu durumun önüne geçebilmek için ihtiyacı olanlara sürekli tıbbi yardım verecek hastaneler inşa etmeye zorladı. 1865 - 1866 yılları arasında Rusçuk, Varna, Hacıoğlu Pazarcık, Tulça, Pleven, Vidin ve Sofya gibi mültecilere ev sahipliği yapan kentlerde yeni hastaneler inşa edildi.  Bu hastaneler sadece mültecilerin değil, bölgedeki herkesin hizmetine sunuldu. Tuna bölgesinde mülteci çocuklar için çiçek hastalığına karşı bir aşı kampanyası başlatıldı. Yönetici ve doktorlara bu kampanyayı organize etme görevi verildi. Mithat Paşa’nın inisiyatifiyle yetimlere eğitim ve barınak sağlamak için Rusçuk, Köstence ve Nis’te yetimhaneler inşa edildi. 1866 yılının sonunda Sofya’da da bir yetimhane kuruldu.  Ağustos 1867’de Rusçuk, Nis ve Sofya’daki yetimhanelerde 400 yetim bilim, zanaat eğitimi alıyor ve barınıyordu.   Yetimhanedeki öğrencilerin bir kısmı daha sonra eğtimlerini sürdürmek için İmparatorluğun başkenti İstanbul ve çoğunlukla Fransa olmak üzere Batı Avrupa’ya gönderildi. Vilayet makamları kırım ve Kafkasya’dan gelen mültecilerin yeni ortama uyum sağlamaları için büyük gayretler gösterdi. Mithat paşa’nın Osmanlı dini ve eğitimine adapte olmaları hususunda büyük umutları vardı. Bu amaçla mültecilerin yoğun olduğu yerlere bir çok camii ve medrese yaptırdı. Ancak bütün bu tedbirler bölgenin sakini olan Bulgar halkı tarafından destek görmedi ve sonuçta her biri başarısızlıkla sonuçlandı.

Camii ve diğer dini binaların yapımı, Çerkes mültecilerin Sünni islama tam olarak katılımını sağlamak içindi. Aynı amaçla doktorlar ve cerrahlar 1865-1866 yılında Tuna vilayetinde müslüman ritüellerini yerine getirmemiş göçmenleri sünnet etmekle görevliydi. Buna ek olarak  Çerkesler arasındaki ortak hukuk uygulanmasının ortadan kaldırılmasına da çalışıldı.  1866 yılında Vilayet yönetiminin Çerkeslerin eski geleneklerini unutması ve yeni kurallara uyması konusunda Dunav gazetesinde defalarca ilanı vardır. Başlangıçta Osmanlı makamları için ciddi bir sorun olan Çerkeslerin kölelik uygulaması, daha sonra egemen sınıfların üst düzey yöneticileri için ciddi bir kâr olanağı açtığı için bu işe onlar da karıştı. Bununla birlikte, bu tür sorunlar, Midway Paşa'nın 1864-1868 yıllarında Tuna Vilayetindeki valiliği sırasında elde etmeye çalıştığı şeyleri küçümsemek için kullanılmamalıdır; Bulgar toprakları bu bölgede şiddetli bir mülteci kriziyle başa çıkmak için bir program yürürlüğe konmuştur. Bir çok program uygulandı ve amacı mültecilerin durumunun yalnızca merkezi ve yerel Osmanlı makamları tarafından değil, aynı zamanda yerel Hristiyan ve Müslüman toplulukların sıradan insanlar tarafından da hissedildiğini göstermekti. Bu nedenle, göçmenlerin ekonomik durumlarının ve sağlık durumunun iyileştirilmesi ve bunların Osmanlı dini ve eğitim sistemine dahil edilmesi ile ilgili çok sayıda önlem alınmıştır. Bu eylemlerin amacı, daha uzun vadeli, daha kesin bir ifadeyle, mültecileri Osmanlı yönetimi altındaki Bulgaristan topraklarındaki sosyal ve ekonomik yaşama kademeli olarak entegre etmek demektir.

Bununla birlikte, Midhat Paşa'nın görevinden ayrılması sonrasında 1868 başlarında, öne sürdüğü projelerin ve uygulamaların birçoğu tamamen terk edildi veya amaçlanan şekilde somutlaştırılmadı. Sonraki yıllardaki gerçekleşmeleri, Tuna Vilayeti yönetimindeki sürekli değişimler nedeniyle engellendi. Midhat Paşa'nın değiştirilmesinden sonraki on yıl içinde, yani 1868'den 1877'ye kadar sekiz farklı vali vardı ve bir valinin görevden alındığı ya da başka bir pozisyona getirildiğinde vilayet yönetimindeki kadroları da değiştirildi.Sonuç olarak, o andan itibaren çabalar tutarlılık ve koordinasyondan yoksundu. Göçmen yerleşim yerlerinde cami ve okul inşa etme planları da ihmal edildi. Bu, yalnızca göçmenlerin sosyalleşmesini ve Bulgar topraklarındaki sosyal ve ekonomik yaşama adaptasyonunu engellemekle kalmadı, aynı zamanda bir suç eyleminde bulunulmasına neden oldu çünkü Osmanlı yetkilileri Çerkesler tarafından işlenen soygun ve şiddet olaylarını tamamen kontrol altına alamamıştı.Aslında bu güvenlikle ilgili konular, 1875-1878 arasındaki Doğu Krizi sırasında daha da tırmandı ve Kafkas göçmenleri ve yerel Bulgar nüfusu arasındaki gergin ilişkiler, Rus-Türk Savaşı sırasında ve sonrasında eski halkın kaderini belirledi. 1877-1878, Çerkesler, Rus kontrolünde olan Bulgar topraklarından kalmaya devam ettiler; halen Osmanlı hâkimiyetindeki topraklara geçmek için.



Belgenin Orijinali: http://www.mulkiyedergi.org/jcs/article/view/5000192823

Yorumlar

  1. Makalenin kaynağını belirtmeniz iyi olur. Bu makale Kafkasya Çalışmaları dergisinin 3. sayısında yayınlandı. http://dergipark.gov.tr/jocas/issue/24510/259763

    YanıtlaSil
  2. Makalenin kaynağı yazarı olarak en başta, bizim edindiğimiz adres olarak en altta verilmiştir. İlginiz için teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

16 Ağustos 1864, Trabzon Eczacı Es-Seyyid Hüseyin Efendi'nin şikayet mektubu

ES-SEYYID HÜSEYİN EFENDİNİN MEKTUBU: Trabzon’da bulunan tabiplerin görevlerini kötüye kullanmaları, uygunsuz hareketleri, bir takım yolsuzluklar, suistimaller ve sosyo-ekonomik açıdan olumsuz Şartlar hakkında ortaya attıĞı iddialarla ilgili olarak muhacir eczacısı tarafından kaleme alınan 13 Rebiyülevvel 1281/16 AĞustos 1864 tarihli bir Şikâyet mektubu -sorgulayıcı olmak kaydıyla- yaŞanan hadiselerin vehametini gözler önüne sermektedir. Muhacirin eczacısı Es-seyyid Hüseyin Efendi’nin Trabzon’da görev yapan ve muhacirlerin saĞlık sorunlarıyla ilgilenmesi gereken doktorlar hakkında yazdıĞı bu mektup görevlilerin görevlerini kötüye kullanmaları ve yetkililerin de bunlara göz yummaları, muhacirlerin içinde bulunduĞu menfi durum hakkında bir hayli ilgi çekicidir. Hüseyin Efendi’nin maddeler halinde dikkati çektiĞi konular Şu Şekilde sıralanabilir 1- Muhacirin içün Trabzon’a gelmiŞ olan üç nefer hekimin birisi akdemce dersa’adete gitmiŞ ve burada kalan iki neferden Pertev vali paŞa hazre

"TÜRKİYE'DE ÇERKES KİMLİĞİNİN DÖNÜŞÜMÜ"

KİTAP: TÜRKİYE'DE ÇERKESLER, DİASPORA DA GELENEĞİN YENİDEN İCADI Yazar: Ayhan Kaya Basım Tarihi: Ocak - 2011 Boyut: 16x23 cm Sayfa Sayısı: 208 Sayfa Kategoriler: Sosyoloji Alıntılanan Kısım Sayfa 99 ile 109 arasında "TÜRKİYE'DE ÇERKES KİMLİĞİNİN DÖNÜŞÜMÜ" Başlığından bir bölüm Etnik, kültürel, dinsel, diasporik ve bireysel kimliklerimizin iddia edildiği kadar köklerimizle, geleneklerimizle, özümüzle ilgili olmadığını ve za-man içinde değişen siyasal, toplumsal ve çevresel faktörlerden etkilenmeksi-zin kalamayacağmı söylemek çok iddialı bir say olmayacaktır. Son yıllarda bu say ışığında pek çok bilimsel çalışma yapılmıştır (Barth, 1969, 1994; Hall, 1991; Nagel, 1994). Etnik kimlikler de tarihsel süreç içinde değişmeksizin varlığını sürdüren primordiall edinimler olmaktan uzaktırlar. Bu bölümün amacı, Türkiye'de yaşayan Çerkes diasporası örneğinden yola çıkarak, etnik kimliğin içinde yaşanılan siyasal yapıdan, yasal yapıdan, resmi söylemlerden ve pratik